11 Ekim 2015 Pazar

RESULALLAH S.A.V HZ ALİ'YE SORDUĞU 4 SORU ?


Bir gün Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali ye sorar der ki:
Ya Ali Allah ı seviyor musun?
Evet Ya resulullah
Peki Beni seviyor musun?
Evet Ya resulullah
Peki Anne babanı seviyor musun?
Evet ya resulullah
Peki çocuklarını seviyor musun?
Evet ya resulullah
Peki bunların hepsini bir kalpte nasıl yapıyorsun?
diye sorunca, Hz. Ali bu beklemediği soru karşısında şaşırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek diyerek oradan ayrılmıştı..
Hz. Ali düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma eşinin düşünceli olduğunu fark edince kendisine sorar:
‘Nedir bu hal ya Ali’ der. “Eğer bu düşünceliliğin dünyevi kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz bırak gitsin. Yok bu halin Rahman i kaygılardan dolayı ise anlat birlikte çözüm bulmaya çalışalım” der.
Hz. Ali, efendimizle (s.a.v) geçen diyaloğu birbir Hz. Fatıma ya anlatır. Hz. Fatıma durumu öğrenince tebessüm eder ve Hz. Ali ye der ki:
“Git babama ve de ki:
Kişi Allah ı aklı ve ruhuyla sever..
Peygamberini kalbiyle sever..
Anne babasını saygısıyla sever..
Eşini nefsiyle sever..
Çocuklarını şevkatiyle sever..
Hz. Ali aldığı bu cevap karşısında memnun olur ve hemen Peygamberimizin yanına gelir.
Hz. Fatıma dan öğrendiklerini Peygamber efendimize anlatır.
Efendimiz cevabı alınca tebessüm eder ve der ki:
Ya Ali bu bana getirdiğin bir güldür ve o gül nübüvvet ağacından koparılmıştır..

SÜBHANALLAH ŞU MÜJDELERE BAKIN


Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:
"Cebrâil (a.s) bana dedi ki: Allâhü Teâlâ sana selâm söylüyor ve buyuruyor ki:
Kul benim huzurumda namaza durup "Allâhu Ekber" dediğinde onunla aramızda bulunan perdeyi kaldırırım.
Kul "elhamdü" dediğinde Allâhü Teâlâ, "Hamd kime mahsustur?" diye sorar, o da "lillâhi" diye cevap verir.
Allâhü Teâlâ, "Allah kimdir?" diye sorunca "Rabbilâlemîn" der. "Alemlerin Rabb'i kimdir?" buyurunca 


"Errahmânirrahîm" der.
"Rahman ve Rahim kimdir?" diye sorunca "Mâlikiyevmiddîn" der. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ,
"Ey kulum, din gününün sahibi benim" der. Kul, "İyyâke na'budu ve iyyâke nesteîn; Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz" deyince Allâhü Teâlâ, "Ey kulum, mademki yalnız bana kulluk edip yalnız benden yardım istiyorsun, o halde istediğini dile ki sana verilsin" buyurur.
Kul "İhdinâ; bize hidayet et" deyince Allâhü Teâlâ,

"Hangi hidayeti istiyorsun?" buyurur. Kul "Essırâta'l-müstakîm; "Sırât-ı müstekîmi, doğru yolu" deyince Allâhü Teâlâ,
"Hangi yolu istiyorsun?" diye sorar. Kul "Sırâtallezîne en'amte aleyhim" "Kendilerine in'âm ettiğin bahtiyarların yoluna" deyince
Allahü Teâlâ:

"Ey meleklerim, siz de şahit olun ki ben bu kulumu, kendilerine nimet verdiğim peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraber kıldım" buyurur. Kul,
"Ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn; Ne o gadap olunanların, ne de sapkınların" deyince Allâhü Teâlâ tekrar meleklere, "Şahit olun ki ben bu kulumu nimet verdiğim kimselerden kıldım, gazaba uğramışlardan ve sapkınlardan eylemedim" buyurur.
Kul "Amin" deyince onunla beraber bütün melekler de "Amin" derler..
Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftihah 25.

BENİM EŞİM ÇALIŞMIYOR !!!


Bir Erkek ile Arkadaşı arasında geçen KONUŞMA ..
Arkadaşı : İşiniz NEDİR?
Erkek: Muhasebeciyim
Arkadaşı: Peki Eşin?
Erkek: ÇALIŞMIYOR ... EV hanımı

Arkadaşı: Kim Kahvaltı hazırlıyor?
Erkek: Eşim, Çünkü ÇALIŞMIYOR
Arkadaşı: Saat kaçta uyanıyor kahvaltıyı hazırlamak için?
Erkek: Sabah 5 te çünkü evi de toparlıyor
Arkadaşı: Çocuklar nasıl okula gidiyor?
Erkek: Eşim onları okula götürüyor , ÇÜNKÜ ÇALIŞMIYOR
Arkadaşı: Çocukları okula götürdükten sonra ne yapıyor ?

Erkek: Evin alışverişi , çamaşır , yemek ...ÇÜNKÜ ÇALIŞMIYOR
Arkadaşı: Sen eve işten döndüğünde ne yapıyorsun ?
Erkek: DİNLENİYORUM, Çünkü BÜTÜN GÜN ÇALIŞIYORUM..
Arkadaşı: Peki o zaman EŞİN NE YAPIYOR ?
ERKEK: Yemekleri hazırlıyor , Çocukları Doyuruyor Derslerini Yaptırıyor, Evi Toparlıyor ve Çocukları yatağa yatırıyor ...

ŞİMDİ SORUYORUM SİZE ACABA KİM DAHA ÇOK ÇALIŞIYOR? BİZ BUNA EV HANIMI DİYORUZ... ÇALIŞMIYOR DİYORUZ!
İSTEĞİM EŞİNİZİN DEĞERİNİ BİLİN.Ha
EN AĞIR İŞÇİ EV HANIMLARINDIR....

EY OĞUL NASİHAT


Bir Gün çok zengin bir adam oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için bir köye götürdü. Çok fakir bir Ailenin evinde bir gün-bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:
Yolculuğumuzu nasıl buldun?


Çok güzeldi babacığım diye cevap verdi oğul.
İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün değil mi?
Evet.
Peki ne öğrendin ?
Şunu gördüm dedi oğul:

Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına gelen bir havuzumuz var, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim terasımız ön bahçeye kadar, onların ki ise ufka kadar uzanıyor.

Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. ve çocuk ekledi:
Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğiniz için, teşekkür ederim babacığım !

CANIM OĞLUMA / KIZIMA...


Benim yaşlandığımı düşündüğün gün
Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış…Yemek yerken üstümü kirletirsem üzerimi değiştirecek gücüm yoksa.


Lütfen sabırlı ol.Benim sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...
Seninle konuşurken,sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam… sözümü kesme beni dinle.
Sen küçükken,uyuyana kadar sana aynı hikayeyi 1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum.
Banyo yapmak istemediğimde;

Beni utandırma yada azarlama…
Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi
ve oyunlarımı hatırla..Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürse bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…

Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam…lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… eğer hatırlayamazsam,sinirlenme…çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil,senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.

Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim…
İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… yaşamı göğüslemeyi…
Eğer bir şey yemek istemezsem, baskı yapma bana. Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.
Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver…

Tıpkı,benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.
Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde ve ölmek istediğimi…kızma…Bir gün anlayacaksın…yaşımın;zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış,

Bir gün şunu anlayacaksın:hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve senin yolunu hazırlamaya çalıştım
Senin yanında olduğumda üzgün,kızgın yada güçsüz hissetme kendini.
Benim yanımda olmalısın,beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.
Yürümeme yardımcı ol ve yolumu sabır ile,sevgi ile bitirmeme....

Benim için yaptıklarını,bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.
Seni çok seviyorum oğlum/kızım….Ve hep seveceğim…

BİR ANNENİN EVLENECEK KIZINA NASİHATLERİ


Bilge bir kadın, Peygamber Efendimiz’in (asm) sözlerinden hareketle kızına evlenmeden evvel birkaç nasihat verir. Bu öğütleri ezberlesek, zihnimize nakşetsek ne güzel olur. İşte onlardan bir demet:

“Doğup büyüdüğün, senelerce yaşadığın bir yuvadan çıkarak, yabancı bir yere gidecek, huyunu, suyunu bilmediğin bir insanla yaşayacaksın.

* Sen ona yer ol ki, o sana gök olsun.

* Sen ona ev ol ki, o da evin direği olsun.

* Sen ona cariye ol ki, o da sana köle olsun.

* Ona sıkıntı verme ki sevgisini azaltmasın.

* Ondan uzak kalma ki, seni unutmasın!

* Onun gözünü, burnunu ve kulağını koruyasın ki, gözü senden başkasını görmesin, senden başkasının kokusunu almasın ve senden hep güzel şeyler işitsin.

* Evinde otur, ev ve el işleriyle meşgul ol!

* Yiyecek, içecek hususunda o ne getirirse, onunla kanaat et ve şunu bunu alamıyoruz diye asla şikâyette bulunma!

* Koca hakkını kendi hakkın üzerine tercih et!

* Kocanın akrabasının hakkını da önde tut!

* İntizama ve temizliğe dikkat et!

* Komşularınla iyi geçin, onlardan gelecek sıkıntılara katlan! Bilhassa komşular arasında lâf getirip götürme! Dedikodudan kaç!

* İbadetlerini ifa et. Namazlarını vakit girer girmez kıl!

Yavrum! Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak bazı nasihatlerde bulunacağım. Bu nasihatlerime uyarsan dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi, ahirette de ebedî saadete ulaşırsın inşaallah.

* Kanaatkâr ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek her şeyi memnuniyetle kabul et! Çünkü kanaat, kalbi huzura kavuşturur.

* Söylenenleri daima iyi dinle ve kocanın meşrû emirlerine itaat et!

* Evin ve her şeyin her zaman, temiz, muntazam ve düzenli olsun!

* Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin! Açlık insanı huysuz eder; uykusuzluk ise, öfkelendirir.

* Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru! Yaptığın işleri, iyilikleri başa kakma! İyiliğe karşı iyilik çabuk unutulur, fakat kötülüğe karşı yapılan iyilik unutulmaz.

* Eşinin yakınlarına güzel muamelede bulun! Kocanın hatalarını, yalnız iken, yumuşak bir şekilde söyle!

* Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme! Karı-koca arasındaki sırlar kabre beraberlerinde gömülmelidir.

* Eşinin üzüntüsünü ve neşesini paylaş! Ona her yönüyle iyi bir hayat arkadaşı ol! Yalan, yuvayı içten içe yıkan bir kurttur.

* Aranızdaki problemleri kendiniz halledin! Sakın bunları, bize ve başkasına taşıma! Kimseden medet umma!

* Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!

* Kadının güzel huylusu, eşine Cennet nimetidir. Sen kocana Cennet nimeti ol! Azap çektirme!

* Bunları yapabilmen, ancak onun isteklerini kendi isteklerine, onun rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir. Hep kendi istek ve arzularını ön plana çıkartırsan, bu nasihatleri tutman mümkün olmaz.

* Beş vakit namazını şartlarına uygun kılmazsan zaten bu, felâket olarak sana da, kocana da, çocuklarına da yeter.

* Beş vakit namazın doğru olması için gusül ve abdestin doğru olması lâzım.

* Bunların faydasını görmen için itikadının doğru olması lâzım. Doğru itikad, ehl-i sünnet itikadıdır. Her şeyden önce bunları öğrenin ve tatbik edin. Bunlar varsa her şey zamanla düzelir.”

EVLİLİK NASİHATİ- DAMAT İÇİN


1. Evinden çıkarken hanımına Allah’a ısmarladık diyerek çık. Onun gönlünü hoş tut!
2. Pencerelerden yolunu gözletme, vakitlice evine gel!
3. Dışarıda yediğinden içtiğinden evine de getir! 
4. Hanımının kusurlarını başkalarına anlatma, güzelliklerini an!
5. Evini harçlıksız bırakma, onları kimseye muhtaç etme!
6. İş hayatının sıkıntılarını eve yansıtma! Evde sevinç olsun.
7. Düğüne yada gezmeye gittiğinde mümkünse hanımını da götür!
8. Evine geldiğinde selamla ve güler yüzle gir ki, ev halkı senin geldigine sevinsin.
9. Evini Kurân’sız, kitapsız ve namazsız bırakma! Sabah namazına kalktıgında ev halkını da kaldır ki, rahmet ve bereket gün boyu sizinle olsun.
10. Gayretli ol, kıskanç ol! Ancak tecessüs etme, su-i zan ile hareket etme! Ayip ve kusur araştırmakla meşgul olma!
11. İnsaflı ol; hanımının gücünün yetmeyeceği isleri ondan bekleme. Gerekirse ona yardım et.
12. Kararlarında hanımınla da istişare etmeyi unutma!
13. Beklenmedik anlarda sürpriz hediyelerle gönül almasini bil!
14. Dünya evine girmek, dünyaya dalmak olmamalı; Ahiretini unutma! Din, vatan ve insanlık için çalışmayı terk etme!
15. Sunu bil ki, az olan helâl kazanç, çok olan haram kazançtan hayırlıdır. Haram lokma yeme, hanımına ve çocuklarına da yedirme!

TOPRAĞIN İNSANLARA İBRETLİK SESLENİŞİ


EY ADEMOĞLU!

Üzerimde ; gezip dolaşıyorsun!
İçimde ; hareket edemeyeceksin!
Üzerimde ; günah işlersin!
İçimde ; hesap vereceksin!
Üzerimde ; gülüyorsun!
İçimde ; ağlayacaksın!
Üzerimde ; neşelenirsin!
İçimde ; mahzun olacaksın!
Üzerimde ; mal topluyorsun!
İçimde ; pişman olacaksın!
Üzerimde ; haram yiyorsun!
İçimde ; kurtlar seni yiyecek!
Üzerimde ; hile yapıyorsun!
İçimde ; zelil olacaksın!
Üzerimde ; sevinçlisin!
İçimde ; üzüntüye düşersin!
Üzerimde ; ışıkta geziyorsun!
İçimde ; karanlığa düşersin!
Üzerimde ; herkesle berabersin!
İçimde ; yalnız kalacaksın

NAMAZ KILMAK İSTİYORUM AMA KILAMIYORUM DİYEN KARDEŞLERİM.


"Bir vakit Namazını kaçırdıysan oturup düşünmen lazım;
acaba ben ne yaptımda Rabbim beni bugun huzura kabul etmedi."diye
Namaz kılmak bir insanın yeryüzünde ulaşabileceği en büyük mutluluk.. Namazda Allah'ın huzuruna çıkıp O'na durumunu arz etmek, O'nun la olduğunu bilmek ve durumunu arz etmek..hiç bir kelimeye sığmayacak tarifsiz bir duygu..

Rabbimiz bizi çok seviyor, bizi muhatap kabul ediyor ve her beş vakitte; buyur kulum diyor..
Ezan sesini duyup da; Allah'ın huzuruna davet ettiğinin bilincini taşıyan her insan; can ile baş ile O'na yöneliyor.
Şah damarından daha yakın olan Rabbi ile buluşuyor.
Yarın ahirette ilk sorgumuz namaz...Allah soracak; kulum ben seni davet ettim neden gelmedin dediğinde ne cevap vereceğiz..Davete icabet etmek şart.

Namaza dinin direği diyoruz peki neden?
Neden biliyor musunuz? namazla Allah'a yönelen insan asla ve asla kötülüğe yer vermiyor yaşamında.. Ancak her şeyde olduğu gibi, namazda da samimiyetle yönelmek çok önemli..
Samimiyetsiz kılınan namazdan tabii ki hayır görmek; imkansız..
Tam manasıyla kalben huzura yönelmek gerekiyor. Kalben yönelen kişi; namazını kıldıktan sonra; Rabbine verdiği sözden geri dönmez..Bilir ki Rabbi onun her yaptığı görüyor, işitiyor.. Yarın ahirette her yaptığının hesabını verecek..Bu bilinçte olan insan için; yaşamın anlamı Allah'ı razı etmek.

Peki ben neden namaz kılamıyorum, tüm bunları bilmeme rağmen diyen kardeşlerime tavsiyem;
Yaşadığımız her anın Allah'ın bizimle olduğunu bilmemiz ve her an Allah'ın bizi kontrol ettiğini hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Burası fani dünya..hiç birimiz kalıcı değiliz, hepimiz göçüp gideceğiz..Giderken sadece ve sadece burada yaptığımız amellerimizi götüreceğiz..

Ve o dehşetli gün geldiğinde; hepimiz bir başımıza hesap vereceğiz Allah'ın huzurunda.
Gelin bu sabah bir başlangıç yapın..Ezan sesini duyduğunuzda; gidin abdest alın. Tam olarak bilmiyorsanız yine de bildikleriniz ile kılın namazınızı. Allah kabul eder inşaallah .
Çıkın Rabbin huzuruna..O'na arz edin durumunuzu.. Namaz bitiminde dua edin Rabbe. Halinizi arz edin gözyaşları ile birlikte..İnanın yaşayacağınız 5-6 dakikalık namaz kılma mutluluğunuzu yeryüzünde hiçbir şeye değişmeyeceksiniz

MİSAFİR VE RIZIK


Misafirperver bir sahabi vardı. Hanımı ise her gün kocasının yanında birkaç misafirle gelmesine tahammül edemez ve kocasına: -Sen her gün birkaç misafirle geliyorsun, gelen misafirler, çocuklarımızın rızıklarını yiyorlar, der. Kocası, aldırış etmez eve gelirken her gün yanında birkaç misafir getirmekte devam eder. Kadın sahabi dayanamayıp, gider durumu

Resûlullah’a:: -Ya resûlallah! Kocam her akşam eve birkaç misafir getiriyor, böylece de kocamın kazandıkları hep misafirlere gidiyor. Bir gün hastalanıverse, açlıktan ölmekten korkarım, der.. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadının kocasını, huzuruna çağırtır, durumu birde ondan dinler. Sahabi: -Ben misafirsiz edemem! Soframda misafir olması, bana neş’e ve bereket veriyor, der. Bu sefer Peygamberimiz (s.a.v.) kadına, bundan sonra fazla değil, bir misafire razı olup olmadığını sordu. Kadın buna da razı olmayarak:

-Ben çocuklarımın rızkını başkalarının yemesine rıza gösteremem, der. Adam hiç olmazsa bir misafirde ısrar edince; kadın boşanmaktansa, bir misafire razı olur. Fakat o akşam üzeri beyinin, yine eve iki misafirle geldiğini gördü. Kadın sinirlenmişti, içi rahat değildi. Yemek hazırlamak için mutfağa girdi, üç kişilik yemek hazırlayıp tepsiyi kocasına verdi. Biraz sonra da, misafirlerden birinin çıkıp gittiğini gördü. Hazırlanan yemeklerden biri yenmemişti. Kadın kocasına: -Misafirin biri niçin yemek yemeden çıkıp gitti? diye sorar. Adam, ikinci misafirin farkında değildir: -Sen hangi misafirden bahsediyorsun. Ben bir misafirle geldim, o da içerde işte, diye cevap verdi. Kadın çok iyi görmüştü. Misafirin birisi yemek yemeden çıkmıştı. Bu münakaşanın içinden çıkamayacaklarını anlayan karı-koca, hemen Efendimiz

Hazretlerine müracaata gittiler ve durumu anlattılar… Onları dinleyen Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
-Evet! Eve iki misafir gelmişti. Fakat bunlardan birisi hakiki insan değil, insan sûretine giren rızıktı. Allah (c.c.) hanımını akıllandırmak için rızkı insan kılığına sokmuştu. Hanımın ise, yine misafirler için bir miktar rızkı gözden çıkarıp hazırladı, ama o rızık, eksilmedi.
Şunu iyi bilesiniz ki, her misafir kendi rızkı ile gelir. Ve kimse, kimsenin rızkını yiyemez, eksiltemez… Hatta misafir, bir evin bereketini artırır ve o evin rızkında artma olur, buyurdular.

BİR DERVİŞİN NASİHATLERİ


Emanete ihanet etmeyin.. Halinizden şikayet etmeyin.. Büyüğünüze emretmeyin.. Boş şeylerde ısrar etmeyin..
Cahillerle sohbet etmeyin.. Nefesinizi boşa tüketmeyin.. 
İnsanları bekletmeyin.. Etrafınızı kirletmeyin. 
Hayatinizi mahvetmeyin.. Kimseye minnet etmeyin.

Insanları yüzüne karşı methetmeyin.. Kimseye küfretmeyin.. Kötülüğe meyil etmeyin.. Malınızı boşa sarf etmeyin..
Sırrınızı açık etmeyin.. Her seyi merak etmeyin..

Suçunuzu inkar etmeyin.. Şerefinizi kaybetmeyin..
Vatanınızı terk etmeyin.. İyiliğe niyet edin..
Büyüklere hürmet edin.. Sıkıntıya sabredin. Aza kanaat edin.. Sözünüzde sebat edin.. Bildiğinizle amel edin..
Hatanızı kabul edin.. Yaramaz ise def edin..

Varken tasarruf edin.. Alimlerle sohbet edin..
Nefsinizle inat edin.. Sofranıza davet edin..
Zararlıysa men edin.. Seviyorsanız ifade edin..
Kalpleri fethedin.. Misafire ikram edin..
Muhtaca yardım edin.. Bilseniz de istişare edin..
Tehlikeye dikkat edin.. Hakkı teslim edin.. Unutacaksanız kaydedin.. Esirgemeyin lütfedin.. Gariplere merhamet edin..

Kazanmaya gayret edin.. Çalışanı takdir edin..
Başarıyı tebrik edin.. Mazereti kabul edin..
Her an tevekkül edin.. Hastaları ziyaret edin..

Çocuğunuzu terbiye edin.. Herkese tebessüm edin..
Güvenseniz de kontrol edin.. İnanmayana ispat edin..
Fakirleri gözetin.. Hayır için sarf edin..
BANA DA DUA EDİN.

PEYGAMBERİMİZİ AĞLATAN BİR OLAY


Birgün bir sahabe, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (sav) huzuruna gelerek cahiliye devrine ait bir vahşiliği şöyle dile getirir:

- Ya Resulallah! Biz cahiliye devrinde kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim de bir kız çocuğum vardı. Annesine, “Bunu giydir, dayısına götüreceğim” dedim. (Kadın bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Ciğerparesi, biricik evladı biraz sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına çırpına can verecekti. Ne var ki, kadının böyle bir canavarlığın önüne geçme imkânı yoktu. Yapabileceği tek şey, için için ağlayıp kanlı gözyaşı dökmekti). Hanımım dediğimi yaptı. Çocuk gerçekten dayısına gideceğini zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşuyordu.

Çocuğun elinden tutup daha önce kazdığım bir kuyunun yanına getirdim. Ona kuyuya bakmasını söyledim. O tam kuyuya bakayım derken, sırtına bir tekme vurdum ve onu kuyuya yuvarladım. Fakat her nasılsa, eliyle kuyunun ağzına tutundu. Bir taraftan çırpınıyor, diğer taraftan da “Babacığım üzerin toz oldu” deyip elbisemi silmeye çalışıyordu. Buna rağmen bir tekme daha vurdum ve onu diri diri toprağa gömdüm.

Adam bunu anlatırken Sevgili Peygamberimiz ve yanındakiler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Orada oturanlardan birisi “Be adam, Resulullah’ı, çok üzdün!” deyince, Efendimiz, adama “Bir daha anlat” dedi. Adam olayı bir kere daha anlattı. İki Cihan Güneşi Peygamberimizin gözlerinden süzülen yaşlar mübarek sakalından aşağıya damla damla akıyordu...

Allah Resulü hadiseyi tekrar ettirmekle sanki şunu anlatmak istiyordu: “İşte siz İslam’dan önce böyleydiniz. İslam öncesi kömür ve demir gibiydiniz. Şimdi ise altın ve elmas gibisiniz. Tekrar tekrar anlattırdım ki, İslam’ın size kazandırdığı insanlığı, güzel özellikleri bir kere daha hatırlayın..

DERVIŞIN GÖRMEYEN GÖZLERİ


Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur’an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu.


Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil. Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:

– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.
Derviş cevap verdi:
- Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya 


Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.
ALLAH HERKESE KUR'AN AŞKINI KALBİNE KOYSUN İNŞALLAH.

ALTIN KESESİ


Vakti zamanında Hac vazifesini yapmak üzere Mekke’de bulunan bir kimse, oradaki bir adamın sürekli “Allah’ım, sen doğruların yardımcısı ol, onlara yardım et.” Diye dua ettiğine şahit olur. Öyle ki bu adam bu duadan başka dua etmez.
Bu duruma şahit olan kimse meraklanır ve adama sorar; “Sen neden hep aynı duayı ediyorsun?”
Adam başlar hikayesini anlatmaya;

Yıllar önce hac vazifemi yapmak üzere Mekke’ye gelmiştim. Burada Kabe’nin etrafında tavaf ederken ayağıma bir şey takıldı. Eğilip onu aldım. Büyükçe bir keseydi ve içi altın doluydu. Önce o kesenin sahibini bulmayı düşündüm. O kalabalıkta bulamam dedim. Altınları alıp gideyim dedim. Hem epeyce altın vardı…
Uzunca bir süre nefsimle mücadele ettim. O esnada bir takım kişiler “bir adamın içinde bin tane altın olan bir keseyi kaybettiğini ve bulup getirene 30 altın hediye edeceğini” bağırıyorlardı. Bu duyuru ile nefsimi yenebildim. 


Helal olan 30 altın haram olan bin altından daha iyiydi.
Keseyi sahibine ulaştırdım ve onun hediyesi olan 30 altını aldım. Hac vazifemi tamamlayıp kendi memleketime giderken o altınlar ile bir köle satın aldım. Kölem çok efendi bir gençti ve iyi çalışırdı. Ben de ona bir köle gibi muamele etmezdim. Birlikte çalışır, aynı sofrada yemeklerimizi yerdik.

Bir müddet bu böylece devam etti. Bir gün kölemin tanımadığım birkaç adamla gizlice konuştuğunu gördüm. Ona, o adamların kim olduğunu sordum. Dedi ki; “Ben falanca diyarın hükümdarının oğluyum. Babam ve ben bir savaşta esir düştük. Beni köle pazarına getirdiler ve sen beni satın aldın. Bu adamlar ise babamın askerleridir. Bana babamın esaretten kurtardığı ve beni 50 bin altın karşılığında satın almak istediği haberini getirdiler. Sen iyi bir adamsın sakın ola fiyatı düşürme, o 50 bin altın senin hakkındır.”
Kölemin babasının askerleri tekrar geldiler ve onu o adamlara 50 bin altına sattım. Bu para ile de tüccarlığa başladım.

Birçok tüccar dostum oldu. Bir gün o dostlarımdan yaşça pek ileri olanlarından birinin üzgün olduğunu gördüm. Ona sebebini sorduğum da; “bir başka tüccar dostunun vefat ettiğini ve o adamın kızının yapayalnız kaldığını, o dostu için ve dostunun kızı yalnız kaldığı için üzgün olduğunu” söyledi. Ve beni çok sevip güvendiği için o kızla evlenmemi teklif etti.
Onun teklifini kabul ettim. Evlilik için gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra adet olduğu üzere kızın çeyizini görmek için evine gittim. Çok değerli bir çeyizi vardı kızın ve çeyizinde altın kaseler içinde kese kese altınlar…

Her kasenin içinde, bin altınlık keseler vardı. O keselerden birinde ise 970 altın vardı. Bütün keselerde bin altın var iken o kesede neden 970 altın olduğunu merak etmiştim. Bunu kıza sorduğum zaman; “babasının hac vazifesini yaparken içinde bin altın olan kesesini kaybettiğini ve o keseyi bulup getiren kişiye 30 altın hediye ettiğini, daha sonra ise o keseyi hiçbir zaman tamamlamadığını” anlattı. Yıllar önce aldığım 30 altın ile o keseyi tamamladım.

İşte bu nedenle Allah’a doğru kimselere yardım etmesi için yalvarıyorum. Çünkü dürüstlükten uzaklaşmak ve yalan söylemek, yalancı bir kimse olmak çok kolay ve nefse hoş gelen bir şeydir. Ve bu öyle bir şeydir ki, bir kez yalan söyler iseniz, ondan sonra hep yalan söylemek zorunda kalırsınız. Dürüstlükten bir kez uzaklaştınız mı, bir daha doğru olamazsınız. Bu çok zordur.

Ve dürüst kalmak, doğru olmak da zordur. Büyük bir mücadele gerektirir, doğru olmak için nefsinizi yenmeniz gerekir. Ancak bunu başarır iseniz hem dünyada hem de ahirette mükafatı büyük olacaktır.
Ben hayatım boyunca dürüst kalmak için nefsimle mücadele ettim. Zor bir mücadele olsa da, dürüstlük kaderim oldu.
İşte doğruluk bu kadar zor ve mükafatı bu kadar büyük olduğu için bu duayı ediyorum.

BİR ANNENİN KIZINA NASİHATLERİ.




Yürek sızım, inci tanem, gözümden sakındığım, 
koklamaya kıyamadığım ciğerparem, can kızım!...
Sana anlatacaklarımı dinle ve sakın unutma..... 
Çünkü bu dünyada sana annenden daha yakın bir dost bulamazsın..
-
Sen benim en değerli hazinemsin kızım..
Bana Rabbimin en güzel hediyesisin... Sen geleceğin annesisin..
Ayaklarının altına cennet serilensin. Toplumun öğretmenisin…
Rabb’ini tanı, kulluğun tadına var ve O’ndan gelen her şeye razı ol ki,
O’da senden razı olsun...
Şunu bil ki; Seni Yaratan Rabbin seni senden iyi tanır..
Senin için en doğru olanı O bilir...
Can parçam, hayasız insanların çirkin hayallerinde aktör olmanı istemem. Yaban bakışların seni incitmesine gönlüm razı olmaz...
Özgürlük yalnız Allah’a kullukta gizlidir..
Allah’a asi olarak insanları memnun etmeye çalışanlar
hiç bir zaman mutlu olamazlar. Açılıp saçılmak Yaradanına asi olmaktır.
Bir ayeti hiçe saymaktır. Kapılarını tüm tehlikelere karşı açık bırakmaktır..
-

Bir kadın herkesin olamaz kızım,
bir kadının bedenini herkes göremez, ona herkes dokunamaz..
Sen Rabbine asi olma ki, izzet ve şeref seni terk etmesin,
sen hayayı, iffeti kuşan ki, Allah senden hoşnut olsun ve seni tüm kötülüklerden korusun..Sen dosdoğru ol ki doğrularla beraber olasın..

Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmuştur..
Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara;
temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır…
(Nur suresi 26.ayet)
-

Sen güzelliğini, kadınlığını şeytanlaşmış insanlardan gizle yavrum.
Sana Rabbinin emrettiğini yap ve yalnız Allah’a tevekkül et...
Sen tesettürü bedeninde bir cevher gibi taşı.
Çünkü gözüne tesettür inmemiş namertler çok kızım...
Sen Nûr suresi 31. ayeti Allah’ın emaneti bil ve ona göre yaşa ciğerparem...
Çünkü Nûr suresi 30.ayeti anlamayan, edep yoksunu erkekler çok…!
-
Kadın ol, anne ol ve şahsiyetli, haysiyetli erkekler, kızlar yetiştir.
Çünkü özünden, dininden, Rabbinden uzaklaşmış bu toplum çok hasta..
Bu toplumun şahsiyetli, namuslu babalara, senin gibi iffetli, hayalı annelere çok ihtiyacı var kızım…

Dünyayı silkeleyip kendine getirecek analara ihtiyacı var…
Batının karanlık girdabını bize süslü gösterdiklerinden beri kapanmaz yaralara duçar olduk. Biz bizi unuttuk göz bebeğim..
Biz Rabbimizi unuttuk..

NAMUS


Bir şehirde namuslu bir aile varmış....
Koca kuyumcu, kadın ise ev hanımıymış...


Bir gün kadın her gün süt getiren erkek satıcıdan süt almak için kapı aralığından tenceresini uzatmış...
Ama sütçü önceden yapmadığı bir şeyi yapmış. O gün kadının elini şehvetle tutuvermiş. Kadın tencereyi hemen bırakıvermiş. Sütçünün yaptığına çok üzülmüş...

Kocası evine geldiği zaman ağlayarak, söyle bugün ne yaptın ki benim başıma şöyle bir iş geldi” diyerek olanı anlatmış....
Bunun üzerine adam şöyle bir itirafta bulunmuş: “Evet, hanım özür dilerim...
Bugün hiç yapmadığım bir işi yaptım ve bilezik almak isteyen bir kadın,

takamıyorum bana yardım et, deyince, bileziği koluna takarken, bunu sanki zor oluyormuş gibi geciktirerek yaptım ki, kolu bir iki saniye daha çok elimde kalsın,
diye düşündüm. İşte senin başına gelenin sebebi budur.” demiş...

Sevgili Peygamberimizin (sav) şu uyarısının iyi anlanması gerekir:
“Başkalarının hanımlarına iffetli davranın ki sizin hanımlarınız da iffetli ve namuslu olsunlar.” (Hakim, Müstedrek, 4/154.)

DEDİKODU


Bir kadın, komşularından birisi hakkında bir dedikoduyu yayıp duruyordu.
Birkaç gün içinde bütün köy dedikoduyu duydu.
Dedikodunun kurbanı, derinden yaralandı ve incindi.
Dedikoducu kadın daha sonra yaptığından pişman oldu ve çok üzüldü.

Hatasını nasıl tamir edebileceğini sormak için bilgeye gitti.
"Pazara git."dedi bilge.
"Bir tavuk al ve onu kestir.
Eve dönerken tüylerini yol ve yol boyunca yere at."
Nasihatın garipliğine şaşırsa da, denileni yaptı kadın.
Ertesi gün bilge bu defa şu tavsiyede bulundu:
"Şimdi git ve dün attığın bütün o tüyleri topla ve bana getir."

Kadın aynı yolu izledi, ama umutsuzluk ve korku içinde gördü ki, rüzgar bütün tüyleri uçurup götürmüştü.
Saatler süren arayışın sonunda elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.
"Görüyorsun."dedi yaşlı bilge.
"Onları yere atmak mümkün, ama geri toplamak imkansız.

Dedikodu da öyle...
Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa, dedikoduyla işlediğin hatayı telafi etmen de o kadar zordur."

FRANSALI MÜSLÜMAN BACIMIZDAN MÜTHİŞ CEVAP


Fransa da Peçe'li bir bacımız süper markette alış-verişini bitirdikten sonra ücretini ödemek için sırada bekler...
Birkaç dakika sonra sıranın kendisine gelmesiyle kasiyere doğru ilerler...


Kasadaki bayan tesettürsüz bir müslümandır...
Bu bayan çarsaf'li peçeli bayanın eşyalarını birer birer kasadan geçirmeye başlar, bir müddet sonra müşterisine kendini beğenmiş bir uslubla,,
"Bizım bu ülkede birçok problemımız var ve senin peçen de bunlardan biri...

Biz gurbetçiler ticaret için buradayız, dinimizi veya tarihimizi göstermek için değil...
Eğer dinini yaşamak ve çarsafını giymekve peçeni takmak istiyorsan, Arab ülkene geri dön, orada ne yapmak istiyorsan onu yap...
Peçe'li kardeşimiz elindeki poşetleri yere koyarak yüzündeki örtüyü kaldırdı...

Kasiyer bayan tamamen şok halindeydi, Sarışın ve mavi gözlüydü ve şunları söyledi
" Ben bir Fransızım, Arap değilim, hele bir göçmen hiç değilim...
Bu benim ülkem ve İSLAM BENİM DİNİM
Siz müslüman doğumlular, dinlerinizi çıkarlarınız uğruna sattınız ve bizde onları sizlerden satın aldık der

KABAĞIN SAHİBİ


Vaktiyle bir derviş berbere gider. Berberden saçını dibinden kazımasını, sakal ve bıyığını kısaltmasını ister. Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan derviş:
- “Vur usturayı berber efendi!” der.


Berber, dervişin saçlarını kazı
maya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın …mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- “Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!” diye kükrer.

Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz olmak gerek. Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden.
Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervâsızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder:

- “Kabak aşağı, kabak yukarı!..”
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batıverir. Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır, ölmüştür. Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve dervişin beddua ettiğini düşünerek gayr-i ihtiyarî sorar:

- “Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- “Vallâhi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sâhibi var. O gücenmiş olmalı!

Ne güzel Söylemiş Yunus Emre
‘’Olsun be aldırma yaradan yardır. Sanma ki zalimin ettiği kârdır.
Mazlumun ahı indirir şâhı, Her şeyin bir vakti vardır.’’

ARKADAŞTAN AL


Bir zamanlar, dükkânları yan yana iki baharatçı varmış. Bu baharatçılar birbirlerini hiç çekemezmiş. Dükkânlarına gelen müşterilerine “Aman sakın ha! Yan dükkândan alışveriş yapmayın, oranın malları bayat” diyerek birbirlerini kötülerlermiş.
Müşterilerin bu sözlerle kafası karıştığından, iki baharatçının da günden güne geleni gideni azalmış. Öyle ki 

dükkânlarına uğrayan kalmamış.
Çarşının diğer ucunda ise yan yana iki peynirci dükkânı varmış. İkisi de peynir satmasına rağmen birbirlerini hiç kıskanmazlarmış. Üstelik müşterileri azalmaz günden güne çoğalırmış.
gün birbirini çekemeyen baharatçılardan birisi bunun sırrını merak etmiş. Peynirci dükkânından birine girerek,

- Bir kilo peynir istiyorum, demiş. Peynirci güler yüzle,

- Tabi efendim, diyerek bir kilo peynir vermiş.
Baharatçı,
- Bir kilo da çökelek istiyorum, diye ilave etmiş.
Peynirci gülümseyerek,

- Onu da lütfen yan komşumdan alın, demiş. Bugün ona hiç müşteri uğramadı da !
Baharatçı, peynir satıcısının bu sözlerinden çok etkilenmiş. Birbirine komşu iki peynircinin kazançlarının nasıl bereketlendiğini anlamış. Bir kilo çökelek almak için yan dükkana geçerken, “Meğer kıskançlık insanın hem ticaretini hem komşuluğunu zarara uğratıyormuş “ diye düşünüyormuş.
NOT:OSMANLI ZAMANINDA TÜM ESNAFLA BÖYLEYDİ.

HER ENGEL BİR FIRSAT..!


Bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş.
Bakalım ne yapacaklar gelenler diye başlamış beklemeye…


Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer gelmişler. Hepsikayanın etrafından dolaşıp saraya girmişler.
Kayayı yoldan kaldırmak şöyle dursun, pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirmiş;

Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor!
Sonunda bir köylü yolda görünmüş, saraya sebze ve meyve getiriyormuş. Sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile kayaya sarılmış ve zorlanarak itmeye başlamış.

Sonunda kan ter içinde kayayı yolun kenarına çekmiş. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görmüş. Açmış ki bir de ne görsün, kese altın doluymuş. Bir de kralın notu varmış içinde;

Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.
Hayat akarken karşımıza çıkan engellerden hep yakınırız da, çözüm bulmak için daha az gayret gösteririz. 

Engellere takılıp kalmak yerine onlara karşı çözüm bulmak yeni fırsatlarsunabilir.
Aslında her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek birer fırsattır.

HZ. CEBRAİL'İ AĞLATAN İKİ OLAY


Bir bayram günü Peygamber Efendimizin torunları Hz.Hasan'la Hüseyin'in elbise istediği rivayet edilir.
Peygamber Efendimiz yoksul… Damadı Hz Ali ve kızı Hz Fatıma fakir Hz.Cebrail'in bile gözünü yaşartan güzide torunların bu isteği iki tane bembeyaz kumaştan elbiseyi Peygamber Efendimize hediye etmesiyle neticelenir. Ama çocuklar pek memnun kalmazlar ve "keşke renkli olsaydı" diye ağlamaya başlarlar.

Torunları Hasan ve Hüseyin’in elbisenin rengini beğenmemesi üzerine Peygamberimiz HzCebrail'e bakar Hz Cebrail Efendimiz'e "su atın üzerine Efendim çocuklar hangi rengi istiyorsa o renge bürünsün" der. Efendimiz elbiselerin üzerine biraz su serptiğinde HzHasan'ın elbisesi sarıya Hz Hüseyin'in elbisesi kırmızıya dönüşür Hz 
Cebrail ağlamaya başlar.Peygamber Efendimiz bunun üzerine "Çocuklar memnun kaldılar Niye ağlıyorsun ki?" der HzCebrail "Ne acı ki Hz Hasan ileride zehirlenerek vefat edecek Hz Hüseyin al kanlarla öbür âleme yürüyecek". Bu renkler onun rengidir.

Taberani'nin Mu'cemu'l-Evsat'ta belirttiğine göre Enes bin Malik (RA)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Hz Cebrail alışılmışın dışında bir saatte Hz Peygamber (SAV)'e geldiğinde yüzünün rengi iyi değildir. Hz Peygamber kendisine: "Niye yüzünün renginin uçuk olduğunu" sorduğunda Hz Cebrail şöyle der; “Cehennem ateşinin kabir azabının her şeyden ağır olduğunu bilen kimsenin bunlardan emin olmadıkça (yani oraya girmeyeceği garanti olmadıkça) yüzü gülmemelidir" der.

Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV) Cebrail'e: "Ey Cebrail! Bana cehennemi anlat" der. Cebrail yüreklere korku salan müthiş şeylerden bahseder Bunun üzerine Peygamber Efendimiz"Bu kadar yeter daha anlatma! Nerdeyse kalbim parçalanıp öleceğim" der ve ağlamaya başlar.

Fakat Cebrail'e bakınca onun da ağladığını görür. Bunun üzerine "Ey Cebrail! Allah katındaki mevkiine ve derecene rağmen sende mi ağlıyorsun?" der Hz Cebrail şöyle cevap verir: "Neden ağlamayayım ki? Kim bilir belki de benim de başıma Şeytan’ın başına gelen şeyler gelebilir. Zira (başlangıçta) o da iyilerdendi Kim bilir Harut ile 

Marut'un uğradığı akıbete ben de uğrayabilirim." Cebrail’in bu sözleri üzerine ikisi beraber ağlamaya devam ederler. Nihayet kendilerine şöyle bir ses gelir: "Ey Muhammed ve Ey Cebrail! Allah sizleri kendine asi gelmekten emin kıldı

ACABASIZ İNANMAK


Vakit namazlarını sürekli cemaatle, camide eda eden,
Allah’a yürekten bağlı, çok duru gönüllü bir adam varmış…


Ama evi, nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında, salla nehri geçmek epey vaktini alıyormuş.. Bir gün, gittiği camide bir vaaz dinlemiş…
Hoca diyormuş ki;“Allah’a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun… Bismillah de gir suya! Yürü git…” diye de bir örnek vermiş…
Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki…-Oh! demiş. Kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından… 


Bismillah der geçerim karşıya…Sevincinden içi içine sığmıyormuş…Aynı zamanda da içinden Hocaya kızmaktaymış, neden şimdiye kadar söylemedi bunu diye…Dediği gibi de yapmış. Çıkmış camiiden, gelmiş nehrin kıyısına; “Bismillah” demiş ve yürümüş geçmiş... Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden.Bir gün hanımı demiş ki;“Yarın o Hocayı al gel, yemeğe! Bak o kadar iyiliği dokundu bize..”

Olur”, demiş adam…Ertesi gün camiden çıkınca, Hocayla anlaşmışlar; eve gidecekler. Hoca; “Bir sal bulalım!” deyince adam şaşırmış ve;“Ne salı Hocam? Sen demedin mi Bismillah de yürü git! Ben o günden beri öyle yapıyorum. Hadi geçelim…”Hoca hayret içinde. Hatta dehşet… Neden sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve;- Ah! demiş…
- Keşke benim imanım da, seninki gibi“acaba”sız olsaydı. Ben de Senin gibi yürür giderdim…


ASKERİN MÜTHİŞ CEVABI


Bir asker, namaz kılan diğer askere sordu:

- Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz? Niçin kendini zahmete sokup her gün 5 defa namaz kılıyorsun.

Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:

- Şu insan niçin yanından geçerken toplanıyor, selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. ''yat'' dese yatıyor, 'kalk' dese kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan bir insan değil mi?'

Diğer asker cevap verdi:

-'Evet! O da benim gibi biri insan ama rütbesi var, omuzun da yıldızı var'.

Namaz kılan askerin cevabı müthişti:

-Ey arkadaş! Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren Allah’a niçin itaat etmeyeyim?
Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim?

YETER Kİ SEN KIZIMI AL..!


Bir kız isteme olayında, kızın babası erkek tarafına şöyle der:

Efendi, benim kızın isteyeni çok.

Sizin neyiniz var, neyiniz yok..?

Delikanlı girer söze:

Rahim ve Rahman olan Allah, aç bırakmaz kendisini zikredeni.

O Alimdir, günaha düştüğümüzde ve pişman olduğumuzda, Gaffarlığını gösterir.

Gece çalıştığım yere, El-Hafız der öyle girerim.

Neyiniz var diyeceksiniz, hiçbir şeyim yok çünkü O'dur, Malik-ül Mülk.

Ya paran biter de karanlıkta kalırsanız diyeceksiniz, En-Nur deriz aydınlanır, beytimiz.

Kızımı asla bırakmayacaksın derseniz, söz veremem çünkü kullar değil, Halik'tir Baki olan.

Varsın kimse sevmesin, bize Vedud kafidir.

Kızım senden bir şey gizlerse ne yaparsın, demenize gerek yok.

Yüreği el veriyorsa, istediğini yapsın.

Rabbim, Basir'dir, Şehid'dir, her şeyi bilir.

Yani kısacası bir Rabbim, bir de Rabbim'in en sevgilisi Hz. Muhammed (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) var.

Benim de kızınızdan isteklerim var.

Nur suresi 31. Ayet'i yaşayacak.

Edepli olacak.

Beni sevecek, ölene kadar ellerimi bırakmayacak.

Benim uykum ağırdır, sabah namazına kalktığında, gerekirse vura vura uyandıracak beni.

Baba girer söze:

İyisin hoşsun, peki başınızı sokacak bir eviniz var mı..?

Delikanlı cevap verir:

Yok dersem, kızınızı vermeyecek misiniz..?

Baba:

Hayır evlat, ben ev yaptıracağım.

Yeter ki, sen kızımı al..!



HZ FATIMA YA ALİ HASAN,HÜSEYİN AÇ EVDE YİYECEK YOK


Hz. Fatıma,
'- ya Ali' Hasan, Hüseyin aç, evde yiyecek yok.. gidip yiyecek birşeyler alsana" der.
Hz. Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.
Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.

Hz Ali: "Niçin kavga ediyorsunuz? Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele ediyorsunuz?" diye sorar.
Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler. Hz Ali cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir.

Evine geldiğinde eli boştur, 'Cennet kadınlarının seyyidesi',
"- Ya Ali, hiç mi bir şey almadın?" diye sorunca,
"- Ama ara düzelttim ya Fatma" der.
Hz Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir.
Memnundur kocasının bu güzel hareketinden.

Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, 'açız' diye.
Bu acı manzaraya dayanamaz ve evden çıkar.
Yolda bir adama rastlar. Elinde besili bir deve;
"- Ya Ali bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım."

"- Param yok" der Hz Ali.
"- Olsun" der adam.
"- Bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum.150 dirhem bu deve. Al sonra ödersin."
Alır Hz Ali o deveyi.
Yolda giderken başka adama rastlar.
"- Ya Ali" der, "ne güzel bir deve bu. Ben bunu 300'e alayım ne olursun reddetme beni."

Hz Ali: "- Ama ben bunu 150'ye aldım" der.
"- Olsun, ben çok beğendim bunu" ve deveyi satar.
Hz Ali mutlu bir şekilde gider yiyecekleri alır eve döner.
Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar.

Efendimiz(s.a.v.) güler, "gel" der, "ya Ali şu deve hikâyesini anlat".
Anlatınca da der ki:

"- Sen ki ara düzelttin. Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı. İsrafil'i ile de satın aldı.
Her kim ki ara yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali." 

GERÇEK BİR AŞK HİKAYESİ


Çok uzun yıllar evli olan bir çiftin hikayesi bu.Adam her evlilik yıl dönümünde eşine bir buket kırmızı Gül gönderir Bu taa ki adam ölünceye kadar devam eder Ve bir gün adam Ölür.Cenaze töreni yapılır taziyeler dilenir ve kadın 

bir başına yıllardır hayatı paylaştığı arkadaşı eşi sevgilisi olmadan evine döner. Neredeyse her gün ağlamakta ve onu düşünmektedir. gel zaman git zaman yine bir evlilik yıl dönümünde kadın eşine özlem duyarken kapısı çalınır. gider ve kapıyı açar ama kimsecikler yoktur sadece yerde bir buket kırmızı gül demeti durmaktadır. Kadın 

heyecandan titremeye başlar ve demeti alır artık bayılmak üzeredir ve demette bir not görür korkarak okumaya başlar "Karıcığım biliyorum bu senin için büyük ve şaşkınlık veren bir süpriz oldu ama bilmeni isterim ki sen her 

zaman benim en yakın arkadaşım dert ortağım ve aşığım oldun. Ölmekle seni sevmekten vazgeçmiş değilim. Sevgiler ve Mutlu bir hayat dilerim. Lütfen hayatı mutlu olarak yaşa ve beni çok fazla düşünme. Bu güller sana sen kabul ettiğin müddetçe gelecek taa ki çiçekci seni evde bulamayana kadar o gün 5 kez gelecek ve eğer sen 

hala yoksan anlayacak ki sen de benimle berabersin.Seni hala çok seven Eşin" Kadın bunun kötü bir şaka olacağını düşünerek hemen çiçekçiye telefon eder ve durumu sorar. Çiçekci ona her şeyi anlatır. Hanfendi eşiniz 

size her sene bu güllerden gönderirdi ve o bana eğer bir gün ölürsem bu gülleri her sene aynı vakitte yine götürmemi söyledi ve bunların ücretlerini de ta o zaman fazlasıyla ödedi.Kadın telefonu neredeyse elinden düşürürcesine kapattı ve göz yaşları içinde güllere sarıldı.